Altın
En değerli damarlar...Altına ulaşmak ...
Hemen hemen tüm doğal maddelerde, çok küçük oranlarda da olsa altın bulunuyor. Hatta, insan bedeninin bile küçük bir altın madeni olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ağırlığa göre, vücudun milyarda 100'lük bölümü altın... Yani bu, 70 kg. ağırlığında bir kişinin vücudunun farklı bölümlerindeki toplam altın miktarının 7 mg. olduğu anlamına geliyor. Yine aynı kiloda bir kişinin vücudunda 980 gram kalsiyum bulunuyor. Dünyanın madeni çekirdeği, her tonda 1,5 gram altınla zenginleşmiş durumda. Yerkabuğunda ise, bir ton kayada sadece 5 mg. altın barınıyor. Kuşkusuz, bu miktarlardaki altını bulmak çok kolay değil...
Altın, yerkabuğunda izole atomlar halinde serpilmiş ve kayaları oluşturan minerallere karışmış şekilde bulunuyor. Bu değerli metal okyanus sularında da gizli... Her litrede 0,002 mg., yani toplamda 20 milyon ton gibi astronomik bir miktarda. Kulağa çok etkileyici gelmekle birlikte, deniz suyundaki altını seçip çıkarmak, toplanacak altının değerinden çok daha büyük maliyetleri gerektiriyor.
Altın arama işlemlerinde en büyük şans ise, altının kümelenmeye uygun bir yapı göstermesi ve maden yatağı adı verilen oluşumlara yönelmesi. Maden yatağının oluşumu, jeolojik yapıya göre farklılıklar gösteriyor. Genel olarak iki ana türü var: birincil ve ikincil maden yatakları.
Birincil maden yatakları, metal oluşumuna yol açan hidrotermal sıvılar ile yerkabuğundaki kayaların kimyasal tepkimeleri sonucu çökelen altının bulunduğu yerlerde şekilleniyor. Örneğin, sıcak su kaynakları ya da volkanik bölgeler gibi... Sıcak sıvıda eriyen altın daha sonra soğuyor, katılaşıyor ve diğer metallerle birleşince altın cevheri oluşuyor.
Bu aşamadan sonra ikincil maden yatağı biçimleniyor. Altının yüksek direnç gösterdiği kaya yüzeyindeki erozyon ve havayla temas, geniş alüvyonlu yatakların oluşumuna yol açıyor ve bunlar nehirlerle taşınıyor. 1849'da California'da yaşanan "Altına Hü-cum", bir su değirmeni işçisinin, dere yatağında tesadüfen bulduğu altın külçelerinden sonra başladı. Sierra Nevada'nın kayalarının üzerindeki altın, binlerce yıllık erozyon sonunda serbest kalmış ve nehre taşınmıştı. Altınla karışık alüvyon, bin yıllık süre içinde nehirler yoluyla dağlardan dere yatağına inmişti.
Altın, sudan 19 kat daha ağır olduğu için, hızla dibe çöküyor. Bu nedenle şelale ta-banlarında, büyük taş ya da kayaların çevresinde, çatlaklarda veya nehrin çok yavaş aktığı geniş bölümlerin tabanlarında birikiyor."Elek" ya da "leğende yıkama", altın avcılarının bu biriken altını topraktan ayrıştırmak için kullandıkları geleneksel yöntemlerin başında geliyordu. M.Ö. 2500 yılına ait yazılı kaynaklarda, Mısırlılar'ın bu yöntemi kullandıkları anlatılıyor. Ve bu işlem bazı ülkelerde hâlâ tercih ediliyor. Altın arayıcıların kullandıkları leğene benzeyen kap, ilk kez Batı Afrika'da, 1471 yılında Portekizliler'in istilasından önce kullanıldı.
Altın bulma çalışmalarındaki modern yöntemlerde jeoloji, kimya ve fizikten birlikte yararlanılıyor. Madencilerin sık sık andığı eski bir atasözü, bugün altın arama çalışmalarında da benimseniyor: "Eğer fil bulmak istiyorsan, filin bulunduğu ülkelere git..." Bu doğrultuda bilim adamları da, altının oluşabileceği alanlarda araştırma yapmayı tercih ediyorlar.
Kayaların, toprağın ve suyun jeokimyasal çözümlemeleri, altın araştırmacılarına po-tansiyel kaynaklar hakkında ipuçları veriyor. Jeokimyagerler, altını doğrudan test etmek yerine, antimon, arsenik, cıva, gümüş ve talyum gibi ipucu verebilecek daha değersiz metalleri inceliyorlar. Çünkü, bu metaller daha yüksek oranlarda bulunuyor; ulaşılması kolay ve altının varlığı hakkında faydalı bilgiler sunuyorlar.
Maden yatağının çevresindeki kaya oluşumlarının özellikleri, duyarlı cihazlar kullanıldığında altının yerini bildirebiliyor. Örneğin altın, genellikle damarlar halinde, kayalardaki yarıkları ya da fayları izliyor. Normal olarak bu faylar, manyetik alandaki değişimlerle ortaya çıkarılabiliyor. Bu değişimler takip edildiğinde de maden yatağına ulaşılabiliyor.
Maden yatağı bulunduğunda, genellikle sondaj yöntemiyle örnekler alınıyor ve altının kalitesi saptanıyor. Böylece, büyük bir arama çalışmasına başlayıp başlamama konusunda karar veriliyor. Örneklerin çok dikkatli bir şekilde test edilmesi gerekli. Çünkü altının değeri, kimi zaman mikroskop altında bile anlaşılamıyor. Bu anlamda, örneğin çok dikkatli seçilmesi gerekli. Altın keşif tarihinde başvurulan hileli yollar nedeniyle pek çok yatırımcının canı yandı.
Kaya yatağından altının ayıklanması için farklı yöntemler var. Bunların arasında en basit olanı, "elek" yöntemindeki gibi, kayanın parçalandıktan sonra içindeki altının çıkarılması. Ancak bu yöntem, çok düşük sınıf cevherlerde sonuç veriyor. Bunun dışında, daha etkili yöntemlerden bir başkası da altının siyanür yardımıyla kolayca ayrıştırılması...
Altın bazı zamanlar, mikroskopla görülemeyecek kadar küçük olabiliyor. Örneğin, sülfürlü minerallerin içindekiler... Bu tip altına "görünmez altın" deniyor. Güney Afrikalı bilim adamları, altın parçacıklarını ayrıştırabilmek için öncü bir yöntem geliştirdiler. Mineral örneğiyle beslenen bakterileri kullanarak bu "görünmez altın'ı elde ettiler. Ancak, düşük kalitedeki cevherden altın elde etme konusunda çok ilginç ve yeni bir yardımcı daha bulundu: hardal bitkisi...
"Phytology"(bitkibilimi) ve "mining" (madencilik) kelimelerinin birleşmesinden oluşan "phtyomining" yönteminde, Çin hardal bitkisi, altının ayrışmasında kullanılıyor.
Altının ayar damgasıyla ilgili kanunlar 1478'e kadar değişmedi. Ancak her ülke, ayar damgasıyla ilgili olarak kendi kanunlarını uygulasa da, altının evrensel değeri kıratla belirleniyor
Altınınız kaç ayar?
Altının saflığı "kırat"la (ayar) ifade ediliyor. Bu sözcük, Arapça "kirat"tan geliyor. Arabistan'da değerli madenlerin keçiboynuzu ağacının taneleriyle tartılması, bu sözcüğün Arapça'dan gelmesinin nedeni. Saf altın 24 kırat... Bir yüzüğün 18 kırat olması, 18'lik bölümünün saf altından, geri kalan kısmının ise başka metallerden oluştuğu anlamına geliyor. 19. yüzyılda, altının değerini ifade etmek için "binler" sistemi getirildi. Buna göre 18 kırat altının ayar damgası 750 olarak tanımlanıyordu. Yani 750'lik bölümü saf altın 250'lık bölümü diğer metaller...
Altın külçeleri... - Kimyasal simgesi olan Au , Latince'deki "aurum"dan (parlamak) geliyor.
- Kuyumcu tartısıyla 31,1 gr'lık altın, uzatıldığında 54 km'lik bir tel oluşturabiliyor. Yine ezildiğinde ve uzatıldığında, 4 metrekarelik bir alanı kaplıyor.
- Bugün dünya altın üretimi 125 bin ton... Bu miktarla, kenar uzunluğu 1,8 km'yi bulan bir altın küp yapılabilir.
- Güney Afrika altın üretiminde başı çekiyor.
- Bugüne kadar en büyük altın külçesi Avustralya'nın Victoria eyaletinde çıkarıldı. "Welcome Stranger" adı konulan bu külçenin ağırlığı 78 kg. idi ve yüzde 91 saf altından oluşuyordu.
- Getiri açısından altın çok da kârlı değil. 10 yıl önce yapılan 1.500 dolarlık yatırımın getirisi sadece 860 dolar civarında...
Altını saflaştırmak... Mısırlılar, bundan tam 3.000 yıl önce altını saflaştırmayı ve işlemeyi biliyorlardı. Ara-dan geçen onca zamana ve gelişen tekniklere karşın, bu alandaki temel işlemlerde çok büyük değişiklikler olmadı. İşte altını saflaştırmanın bu geçmişten gelen 4 ana yöntemi... Cilalama (parlatma) : Madenden çıkarılan materyal, özel bir kap içinde, tazyikli su ile yıkanıyor. Diğer minerallerden ve topraktan oluşan kirlilik suyla birlikte akıp gidiyor. Geriye saf altın kalıyor. Siyanürleme: Madenden çıkarılan mineral, siyanür alkalin ile karıştırılıyor. Ortaya karmaşık bir madde çıkıyor. Daha sonra birtakım özel tekniklerle bu karışımdan altın çekilip alınıyor. Karışım yöntemi: Madenden çıkarılan mineral ince ince parçalanıyor ve daha sonra cıva ile karıştırılıyor. Daha sonra bu karışım, ikinci bir işlem olarak damıtılıyor ve altın elde ediliyor. Arıtma yöntemi: Madenden çıkarılan mineral, ya sülfürik asit ya nitrik asit ya da klor ile arıtılıyor ve ayrışmanın sonunda altın elde ediliyor.
ALTIN nın Bulunuşu
Info Post
0 yorum:
Yorum Gönder